28 Kasım 2013 Perşembe

RENKLİ YAZMAK

Yazan: Unknown Saat: 23:25 Yorum Yap


Yazı Evi’nde yaratıcı yazarlık atölyelerinde benzerine az rastlanır bir atölye açılıyor, Renkli Yazmak. Zihin haritaları tekniğini kullanarak yazı yazmayı kolaylaştıran atölyenin eğitmeni Arzu Savaş.



Renkli Yazmak

Gün geçmiyor ki Yazı Evi’nde yeni bir atölye açılmasın. Yaratıcı yazarlığa farklı bir bakış açısı getiren bir atölyeden Renkli Yazmak adlı atölyeden bahsedeceğim size. Zihin Haritaları Eğitmeni Arzu Savaş tarafından kurgulanan ve zihin haritaları tekniğinin gücünü yazma süreci ile birleştirip yazar adaylarının yazma sürecini kolaylaştırmak için tasarladığı Renkli Yazmak atölyesinde neler yok ki! Ben burada sözü Arzu Savaş’a bırakıyorum o size anlatsın.




Zihin haritaları tekniği nedir?

Bu teknik beynin tüm potansiyelini açığa çıkarmak için evrensel anahtar sağlayan güçlü bir grafik tekniğidir. Beynin korteksindeki tüm alanları; sözcükleri, görüntüleri, mantığı, ritmi, rengi tek bir yöntemle güçlü bir biçimde devreye sokar. Zihin haritası 1960 lı yıllarda Tony Buzan ortaya koymuş, başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da ve ABD’de oldukça yaygın bir şekilde kullanılan bir sistem olmuştur.
Zihin haritası düşüncelerimizin kağıda döküldüğü en somut, yaratıcılığı en fazla tetikleyen tekniktir. Strateji planlamamızı ve seçimler yapmamızı sağlar. Size ne yöne gittiğinizi ve nerede olduğunuzu bildirir.Yazar tıkanması denen şeyi tamamen önler çünkü yapı en başından itibaren önünüzde duruyordur.

Yaratıcı yazmaya faydası nedir?

Yazma dürtümüzü kontrol altına almak ve yön vermek için bu tekniği kullanacağız. Bize sağlayacağı faydaları şöyle sıralayabiliriz:

Araba kullanırken, uyurken veya dinlenirken, beyninizin sizin gelecek bölümleriniz hakkında düşünmesi, yeni fikirler aramasını özetle sizin yazım programınız için hazırlanması,
Yazmak istediğiniz kitapla ilgili resmi tek bir sayfada görme,
Tasarladığınız kitabı yazarken ne yöne gittiğinizi ve nerede olduğunuzu net bir şekilde bilme,
Yaratıcılık sancısı çekmeden, tıkanarak vakit kaybetmeden yazma,
Gereksiz kelimeler içinde boğulmadan ana kelime üzerinde yoğunlaşma,
Yazma süreciniz hızlanırken çok yüksek kalitede bir çıktı alma,
Üstelik bütün bunları da rengarenk kalemlerle eğlenerek yapma,
Eğlenirken de yazılarınızın gökkuşağı kadar renkli bir nehir kadarda akıcı olması.

İşte böyle sevgili dostlar Yazı Evi Muhabiri İlhami olarak önerim bu ilginç ve bir o kadar da faydalı olacağını düşündüğüm atölyeye katılmanızı öneririm. Haftada bir gün sürecek (7 Aralık Cumartesi) Renkli Yazmak adlı çalışma 10.30 – 17.30 saatleri arasında. Ön kayıt yaptırmayı da unutmayın.

Ön Kayıt Yaptırmak İstiyorum

12 Kasım 2013 Salı

HAYDİ YAZALIM...

Yazan: Unknown Saat: 18:25 Yorum Yap

Çocuk kitapları haftası başladı. Bu hafta sizde çocuğunuzla birlikte hikaye yazmak ister misiniz?

Bizim Hikayemiz Projesi bir Pedagoji Derneği projesidir.

Projedeki amaç çocukların çeşitli resimler eşliğinde kendi hikayelerini oluşturmasıdır. Bu vesile ile çocuklar üretmeye, düşünmeye başlayacak ve belki de ilk defa kendi öykülerini yazmış olacaklardır. Öyküler çocukların iç dünyasına ulaşmak açısından da yol gösterici olabilecektir.


pedagoji derneği

Projeye Kimler Katılabilir?

Projeye öğretmen ve anne-babaların önderliğinde tüm çocuklar katılabilir.

Katılımcılar Ne Yapacak?

Projeye katılan anne-baba ya da öğretmenler sitemizde yer alan 6 resmi bilgisayarlarına indirecekler, ya da çıktılarını alacaklar ve yanlarındaki çocukla birlikte resimler eşliğinde çocuğun kendi öyküsünü yazmasına destek olacaklardır.

Hikâye Grup Halinde Yazılabilir mi?

Hikâyeler bir çocukla yazılabileceği gibi 3 çocukla birlikte de yazılabilir. Yapılan uygulamalarda, 3 çocuktan fazla çocuk olduğunda hikâye yazmanın zorlaştığı görülmüştür. Bir öğretmenseniz, çocukları en fazla üçlü gruplar şeklinde hikâye yazmaya teşvik edebilirsiniz.

Proje Hangi Yaş Grubunu Kapsıyor?

Hikayeler 4-10 yaş arası çocuklarla yazılabilir. Büyük çocuklar hikâyelerini kendi elleri ile yazarken, küçüklerin hikâyesini anne-baba ve öğretmenler yazabilirler.

Hikâyelerimizi Nereye Gönderelim?

Hikâyelerinizin yayınlanmasını istiyorsanız. Çocuğun adı, yaşı ve katıldığı il ile birlikte (Örn: Ahmet Ağaç-5 Yaş-İstanbul) bilgi@pedagojidernegi.com adresine gönderebilirsiniz. Çocuklardan alınan hikâyeler gelecekte kitaplaştırılabilir. Hikâyeyi bize ulaştırmakla birlikte hikâyelerin tüm telif haklarını da Pedagoji Derneği’ne verilmiş olur.

Hikâye Yazmaya Başlamadan Önce Ne Yapalım?

Proje kapsamında çocuklarla birlikte hikâye yazmadan önce, çocuklardaki kitaplara karşı olan merak ve sempatiyi arttırmak için onlarla bir hikâye okumanızı tavsiye ediyoruz. Seçtiğiniz hikâyede olaylar arasında geçişleri çocuklara bırakabilirsiniz. Bu onların hikâyeye katkı sağlamalarını ve olaylar arasında bağlantı kurmalarını sağlar. Örneğin; “Vakvak’ın kardeşleri annelerine haber verdiler. Bakalım şimdi ne olacak. Sizce ne olmuş olabilir çocuklar?” Ayrıca hikâye arasında onlara sorular yöneltebilirsiniz. Örneğin; “Herkesin çok sevdiği şeyler vardır: Oynamak, gezmek, yemek yemek…’ Peki, sizin en sevdiğiniz şeyler neler?” Hikâye bittikten sonra onları hikâyeye sağladıkları katkı ve hayal güçleri için takdir edip hikâye yazma konusunda cesaretlendirebilirsiniz. Bu aşamayı yerine getirmeden de hikâye yazmaya başlayabilirsiniz.

Hikâye Yazarken Nelere Dikkat Edelim?

Çocuğa birlikte bir oyun oynanacağı ve bu oyunun bir hikâye yazma oyunu olduğu söylenir. Oyunun adı “Bizim Hikâyemiz” dir. Resimler eşliğinde hikâye yazılacağı çocuğa aktarılır.
Oluşturulması beklenen hikâyenin altı temel resmi/nesnesi vardır. Nesnelerden birinde üç çocuk bulunmaktadır. Önce çocuklara bu resim gösterilir ve çocuğa hangisi ile ilgili hikâye yazmak istediği sorulur. Çocuk bir ya da birden fazla kişi ile hikâye oluşturmak isteyebilir.
Çocuğa daha sonra seçtiği karakterlerin adı, yaşı ve nerede yaşadıkları sorulur? İsterlerse bu çocukların diğer özelliklerini anlatabilecekleri söylenir. “Bu çocuklar hakkında daha fazla bilgi vermek ister misin? Onların başka özellikleri neler olabilir?” cümlesi ile bu süreç tamamlanır.
Sonra, çocuğun önüne tüm resimler konulur. Çocuklu resimler de bu esnada diğer resimlerin arasında yer alacaktır. Çocuğa şu yönerge verilir: “Şimdi seninle içinde bu resimdeki eşyaların yer aldığı bir hikâye yazacağız. İstediğin resimden başlayarak hikâyeni anlatmaya başlayabilirsin. Hikâyen bittiğinde ‘Bitti’ diyerek beni uyarabilirsin.”
Çocuk resimlerden birindeki nesneyi tanımazsa çocuğa o nesnenin adı söylenmez. “Bunun ne olacağına sen kadar ver” denilebilir. Çocuk hiçbir yorum getiremezse o zaman nesnenin adı söylenebilir.
Bu şekilde tamamlanan hikâye çocuğa tekrar okunur ve ilk hikâyesi olarak saklanır.

31 Ekim 2013 Perşembe

NİNNİSİZ ÇOCUKLAR

Yazan: Unknown Saat: 00:10 Yorum Yap

21.yüzyılın çocukları “Ninnisiz” büyümekteler. Peki, 21.yüzyılın Anneleri, babaları ninni bilmekteler mi diye ironik bir soruya cevabımız maalesef hayır olacak gibi gözüküyor. 


ninnisiz çocuklar

Dedelerimiz,ninelerimiz ninnileri söylerken sadece çocukları uyutmak, oyalamak için söylediklerini düşünmüyorum. Bunun altında farklı mesajlar vardı.

Neler mi: 

İletişim dehası,
Sıcaklık,
zaman ayırmak,
göze- gönle kulağa hitap etmek daha bir çok artıları. 




Modern pedagojinin söylediklerini ya da söyleyemediklerini atalarımız çok önceleri keşfetmiş.



Günümüzün çocuklarına, Dandini dandana, danalar girmiş bostana, danaların bostana girişi ve kahraman bostancının daha lahanaları yemeden danayı kovması bilinçaltına işlenmemiştir. 

Uyusun da büyüsün demeden çabukça büyüdük ve bu çabukluk ve hızlı yaşam, peşimizi hiç bırakmadı. Her şeyi hızlı tükettik, Her şeyi hızlı yaşadık. Bu çağa “hız çağı” dersek yalan olmaz sanırım.

Ninniler; içinde gizem kokan, nostaljinin tatlı esintileridir. 

Ninniler bir gün biter, günler geçer, çocuk büyür, dünyayı tanımaya başlayınca ninniler, Masallar yerini anılara bırakır ve büyüklerinden dinlediği anılar sayesinde hem aile üyelerine olan bağları kuvvetlenir, hem onlara hayranlıkları bir kat artar…

Bu çağ da doğmuş çocuklar maalesef ninnilerle büyümediler, ninni dinleyerek rüyaya geçemediler.
Büyük ihtimalle annelerinin ya da babaların işleri vardı… 

Bu çağda doğan çocukları, tek bir ‘dandini’ bile duyamadan yatıp uyumak zorundaydılar…Teknoloji harikası modern bakıcılar dediğimiz Televizyonlar, bilgisayarlar ve onların yerine konuşan ruhsuz hissiz mekanik aletler ninninin yerini doldurdular…
Ninni söylemeye vakti olmayan annelerin daha anlamlı hangi şeylere vakitleri vardı?… Diye soramadı bu çağın çocukları…

Onlar ermiş muratlarına biz çıkalım kerevetine, Gökten üç elma düşmüş, bir varmış bir yokmuş,eeeeeeeekızım -eeeeeeoğlum, develer tellâl, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken , uyusun yavrum büyüsün ,yüzünü güller bürüsün vs ağzınızdan hiç eksik olmasın…



Nevzat ÖZER

Psikolojik Danışman


19 Ekim 2013 Cumartesi


İDDİA EDİYORUZ !

Her çocuk, geometri çok zevkli bir derstir diyecek ve geometride çok başarılı olacak !

Nasıl mı? Zihin haritaları ile…


Başarısız çocuk yoktur, sadece zihin haritası eğitimi almamış çocuk vardır. İşte bu amaçla Aythink Gelişim ve Yıldız Ata yayınları işbirliği ile Thinkmaps geometri kitabı çıktı. Emeği geçenleri kutluyor, bu ailenin bir üyesi olmaktan mutluluk duyuyoruz…


kocum benim

Thinkmaps eğitim sistemi nedir?

Bir 100 metre koşucusu hayal edin. Sağ eliyle sağ bacağını tutuyor ve bu şekilde koşmaya çalışıyor. Ne kadar başarılı olabilir? İşte bizler de beynimizin sadece bir lobunu kullandığımızda ancak o koşucu kadar başarılı olabiliriz. Denge çok önemlidir. Sağ ve sol bacak nasıl ki beraber, uyum içinde çalışıyorsa, sağ ve sol beyinde birlikte çalışmalıdır.
Buradan da anlayacağımız gibi beynimizde iki bölüm vardır: Sağ lob ve sol lob. Sol lob alt alta yazılan işlemleri listeleme yöntemini, sıralamaları; sağ lob ise renkleri, şekilleri sever. Sol lob bilgileri alırken diğer yandan silerken, sağ lob bilgileri silmez. Bundan dolayı beynimizin sağ lobundan da yararlanmalıyız.


Thinkmaps geometri kitabını kullanma talimatı;

Bir zihin haritası oluşturulurken saat 13:00 konumundan başlanır ve saat yönünde hareket edilir. Bundan dolayı, konunun başlangıcı saat 13:00 konumudur. Kitaptan çalışırken, haritanın dalları üzerinde verilen bilgilerle dalın ucundaki şekiller beraber kavranmalıdır. Bu şekilde hem sol hem de sağ lobu beraber kullanmış olacaksınız. Haritanın kendisi bile bir görsel şekil olup sağ lobu tetikleyen unsurdur.

Her soru tipinin haritası verilerek öğrencinin çözmesi gereken sorular ödev olarak verildi. Özelliklerin haritaları ayrı ayrı incelendi, konu bitiminde ise tüm özellikler bir tek haritada toplandı. Bu haritanın bir tanesi konunun başına kondu ve bu sayfanın rengi sarıdır. Diğeri ise konunun sonuna kondu; sarı sayfaları öğrencilerimiz keserek yanlarında taşıyıp, soru çözerken yardım almaları içindir. Bu sarı sayfalara bakarak soru çözmemiz konuyu çok iyi kavramamıza yardımcı olacaktır. Konunun tamamını barındıran haritalarda, dalların altında "8-Doğruda Açı" gibi notlar vardır. Bu konunun ayrıntısının adresini gösterir ve ilgili sayfaya giderek tüm soru tiplerini tarayabilirsiniz.



Öğrenciler, dersleri ne zaman nasıl çalışmaları gerektiğini planlamalı.
Her öğrencinin kendine yönelik farklı programı olabilir. Fen ve matematik konularına sabah, ders tekrarlarına ise öğleden sonra çalışın.


KOCUM BENİM

Verimli çalışmanın temel ilkelerinden biri zaman denetiminin sağlanmasıdır. 
En verimli ders çalışma saatleri yani anlama ve dikkat yoğunlaşması zaman aralıklarında ve günün belli saatlerinde artar ve azalır. Bunun için öncelikle iyi bir yansıtıcı gözlem yapılmalıdır. Gözlem sonunda; "Hangi saatlerde çalıştığımda daha kolay anlıyorum, hangi saatlerde zorlanıyorum, en verimli çalışma saatleri hangileridir?" türü sorulara cevap alınacaktır. Çalışmalarınızı, en kolay öğrenilen ve dikkatinizi en kolay topladığınız saatlerde gerçekleştirmeniz gerekir. Ders çalışma zamanını planlarken; başkalarını örnek almak yerine, kendi yetenek, bilgi, beceri, tutum ve ihtiyaçlarınızdan yola çıkmanız daha yararlı olacaktır. Çünkü her birey kendine özgü olduğu için dersi anlama ihtiyacı, tekrar yapma süreleri de birbirlerinden farklı olacaktır. 

Çalışma planı yaparken; derslerin zorluk kolaylık derecelerini göz önüne alın. Zor gelen dersleri dikkatinizi en iyi yoğunlaştırabileceğiniz saatlere koyun.

İdeal ders çalışma saat aralıkları kişiden kişiye değişiklikler gösterir. Ancak en verimli saatler, birçok insan için sabah saatleridir. Çünkü bu saatlerde beyin dinlenmiş, gerekli uyku alınmış (bu nedenle uyuma ihtimali düşüktür), çevrede dış uyaranlar çok etkin değil ve dikkatimiz daha açıktır.

Hangi saatte çalışılmalı?


07.30-11.00
Konunun uzmanlarının bildirdiklerine göre kortizon gibi uyanıklık veren hormonların en fazla salgılandığı dönem sabah 07.30-11.00 arasıdır. Bu saatlerin; planlama, düzenleme ve ileriye dönük yapıcı fikir üretimi için en verimli saatler olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Özellikle matematik, fen bilimleri gibi düşünmeyi gerektiren derslerin bu saatler arasında çalışılmasında fayda var.

16.00-18.00

Saat 16.00- 18.00 arası zihni canlılığın geri döndüğü saatlerdir. Bilgilerin kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya almak istediğiniz konuları çalışmak için ideal zaman aralığıdır. Bu saatler aralığında sabah öğrenilen derslerin tekrar edilmesi gereken saatlerdir. Yapılacak etkili ve verimli tekrarlarla bilgilerin kalıcılığı sağlanmış olacaktır.

19.30-22.30

Saat 19.00’dan sonra yine zihni çalışma için verimli bir ara gözlenmektedir. Bu zaman aralığı yaklaşık 3 saat sürer. Bu saatlerde yenilen yemeklerin sindirimi kısmen yapılmış, beyin yeni bir öğrenme ve tekrarlar için hazır hale gelmiş olacaktır.

Zaman nasıl etkin kullanılabilir?


Herhangi bir dersle ilgili çalışma gün ve saatlerinizi belirlerken; o dersin sınıfta veya dershanede işlendiği güne yakın olmasına dikkat edin.

Çalışma saatlerini mümkün olduğunca her gün aynı saatlere koyun.

Çalışma saatlerinizi mümkün olduğunca yemek saatiyle çakıştırmamaya özen gösterin.

Verimli çalışma için en yararlı zaman dilimleri ortalama 1,5 saatlik sürelerdir.

Evden okula gelirken, servislerde ve diğer araçlarda zamanı daha verimli hale getirmek için çantanızda okuyacağınız bir kitap ya da küçük kartlarda ders notlarınız olsun.

Kalıcı bir öğrenme için ezberlemek ya da iyice öğrenmek istediğiniz konulara ilk olarak zihnin en açık olduğu sabah saatlerinde yoğunlaşın.

Kaynak: kigem

2 Ekim 2013 Çarşamba

DERS ÇALIŞMA SORUNU

Yazan: Unknown Saat: 22:23 Yorum Yap

Ders Çalışma Sorunu Öğrenciler Tarafından Nasıl Dile Getirilir?


ders çalışma sorunu

“Çalışma isteğim yok.”
“Çalışmak istiyorum ama çalışamıyorum.”
“Çalışmaya tam başlayacağım sırada çalışmayı erteliyorum.”
“Çalışıyorum ama sınavlarda başarılı olamıyorum.”
“Bir türlü çalışma masasına oturamıyorum.”
“Çalışmaya başlıyorum ama kısa bir süre sonra masadan kalkıyorum (ara veriyorum).”
“Motivasyonum yok (motive olamıyorum).”
“Çalışırken hayallere dalıp gidiyorum.”
“Çalışırken çok sıkılıyorum.”
“Program yapıyorum ama bir türlü uyamıyorum.”


Bu Sorunu Yaşayan Öğrencilerin Ders Çalışmaya İlişkin Ne Gibi Düşünce ve İnançları Olabilir?


“Çalışma çok önemli bir faaliyettir. Bu nedenle önce diğer önemsiz ve ufak – tefek (!) konuları halledip sonra çalışmaya başlayayım.” (Ders çalışmayı uykudan önceki günün son saatlerine bırakanlar.)
“Çalışma isteği bir türlü gelmiyor. Biraz istek gelse hemen çalışmaya başlayacağım.”
“Çalışmaya başladığımda kafam rahat olmalı: Karnım tok, zinde, tüm telefon görüşmelerini tamamlamış, rahatlamış, maç ve spor programlarının tamamlandığı vb… bir zaman ve sessiz bir ortam sağlamalıyım kendime.” (erteleyenler-son dakikacılar).
“Çalışmak zor, sıkıcı ve yorucu bir faaliyettir.” (Çalışırken sıkıntıdan patlayanlar ve masada kıpır kıpır yerinde duramayanlar.)
“Çalışsam da sınavda başarılı olamıyorum.” (Çalışma odasında / masasında sık sık hayallere dalanlar.)
“Ya! benim motive olmaya ihtiyacım var. Birileri beni motive etmeli” vb…

Ders Çalışma Sorunu Yaşayan Öğrencilerin Çalışma Faaliyeti ve Çalışma Odaları İle İlgili Zihinlerindeki Resimler

· Karanlık,
· Karışık,
· Sıkıcı,
· Dışarısı daha eğlenceli,
· Boğucu,
· Hayalleri ile baş başa kaldığı yer vb…

Ders Çalışma Sorunu Yaşayan Öğrencilere yardım için kullanılan 

ama hiçbir işe yaramayan yöntemler

· Çalışmanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anlatmak,
· Öğüt vermek,
· Çalışma programı yapmak,
· Sık sık kontrol etmek,
· Nasıl çalışması gerektiğini anlatmak.

Ders Çalışma Sorunu Yaşayan Öğrencilerle Yapılacak Görüşmelerde Kullanılabilecek Kritik Sorular

“Ders çalışmak zor ve önemli bir beceridir. Ancak ders çalışmamak da zor ve önemli bir beceridir. Bunu nasıl başarıyorsun?”
“Çalışmak için ne gibi sebeplerin var?”
“Ders çalışma isteğinden / motivasyondan kastettiğin şey nedir?”
“Çalışma programından (programlı çalışmaktan) ne kastediyorsun ve ne bekliyorsun?”

Ders Çalışma Sorunu Yaşayan Öğrencilere Yönelik Bilişsel ve Düşünsel Düzenlemeler

“Ders çalışma isteği diye bir şey yok. Olmayan bir şeyi boşuna bekleme gelmeyecek.”
“Önce ders sonra keyif (diğer faaliyetler).
“Dersini yap keyfine bak.”
“Kontrol edilebilen sadece “bu gündür”.
“Ertelemek yaşamı kaçırmaktır.” (Erteleme davranışının ardında yatan düşünce ve inançlar sorgulanabilir ve bunlarla yüzleştirilebilir.)
“Çalışma sırasında sıkılsan dahi masayı terk etme ve ama başka hiçbir şeyle de ilgilenme: Bir süre sonra sıkıntıdan çalışmaya başlayabilirsin.”
“Zaman tuzaklarına “hayır”.”
“Biz düşündüğümüz gibi davranırız.” (İster inanın ve ister inanmayın düşüncelerimizi biz seçiyoruz.)
“Ders çalışmanın gerekliliğini bilmek yetmez: Karar vermek ve inanmak da gerekir.”
“Çalışma masasında ders çalışma faaliyeti dışında başka bir faaliyette bulunmamak çalışmanın kalitesini artırır.”
“İç sesler-dış sesler: Üçüncü dil oluşturma.”
“Büyük hedeflere küçük adımlarla ulaşılabilir.”
“Çalışmak için ders çalışmayı sevmek zorunda değilsin.”
“Çalışma odası hayalinin kurulması ve düzenlenmesi.”

ERTELEMEK= DERS ÇALIŞMA SORUNU

Ertelemek bu günün işini yarına bırakmak demektir.

İnsanlar Ne Zaman Erteleme Davranışı İçine Girerler?

Sürekli olarak kendilerine yararı olacak işleri yapmaktan kaçınmanın kısa dönemdeki avantajlarına, o işi yapmanın uzun dönemli avantajlarından daha fazla ağırlık verdikleri zaman erteleme davranışı içine girerler.

Erteleme Davranışının Psikolojik Temelleri

Kaçınmak için ertelemek: Erteleme olaylarının çoğunun gerisinde kaçınma davranışı vardır.Kaçınma durumlarının iki türü var: Tehditten kaçınma ve Rahatsızlıktan Kaçınma. 

Dengeyi yeniden kurmak için ertelemek: Özerklik duygusu kolayca tehdit altına giren insanlarda sıkça görülür.
Bir başlangıç olarak erteleme: Son dakikacılar...

Ders çalışmayı Erteleme Türleri

1. Ya hep ya hiç nedenli erteleme alışkanlığı: Olayları siyah ya da beyaz olarak düşünenler, mükemmeliyetçiler, kusursuzluk tiryakileri, bir numara olmamaktan korkanlar vb...

2. Başarısızlık Korkusuna Dayalı Erteleme: Garanticiler.

3. Başarı Korkusuna Dayalı Erteleme: Bir konuda başarılı olmaktan değil başarının getireceklerinden korkanlar.

4. Kaygıya dayalı erteleme: Bir şeylerin ters gidebileceğine ilişkin inançlar, kendi becerisine güvenmeme, ne yapılacağı ve nasıl yapılacağı konusunda emin olamama ve başkalarının görüşlerine gereğinden fazla önem verme.







24 Eylül 2013 Salı


Televizyonun düğmesini kapat, hayatın düğmesini aç.

Yan yana, iç içe, yüzyüze bulunduğumuz bir canavar.
Bu canavarı hepimiz tanıyoruz. Biliyoruz.
Ama…
Evimizin baş köşesine koyuyoruz.
Bu canavar bizi aynı çatı altında, hattâ aynı odada bulunduğunuz anne-babamızdan, çoluk-çocuğumuzdan koparıyor. En yakınlarımıza karşı ilgi ve alâka fakiri iken, onun için en değerli sermayemizi, zamanımızı sınırsız bir cömertlikle ona feda ediyoruz. Önüne hayatımızı seriyoruz.


Bu canavar bizi, arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan koparıyor. Dostlukların, komşulukların, arkadaşlıkların tesisi için biraraya gelsek de, farkına varmadan o canavara bütün bu güzellikleri hibe ediyoruz.

Bu canavar bizi, birer robota dönüştürüyor. Hayatımızı o şekillendiriyor. Yememizi, içmemizi, evimizi eşyalarımızı, alışverişimizi, gezilerimizi, dilimizi, beynimizi, kalbimizi daha pek çok yönümüzü o belirliyor.


Kısaca, onsuz yapamıyoruz. Onsuz yaşayamaz hale geldik. Onsuz bir hayatı hayal bile edemiyoruz.

Tek kelimeyle televizyon “HER ŞEYİMİZ!”


Fazla mı abarttık?

Kesinlikle hayır.

Bugün ülkemizde televizyon olmayan ev neredeyse yok gibi. Sanki televizyonla bütünleşmiş bir yapımız var. Bu durumdaki bir insandan veya aileden televizyonunu kapatmasını istemek, bebekten sütü esirgemek gibi algılanıyor. Çünkü artık televizyonsuz eğlenemez, televizyonsuz gülemez, televizyonsuz yemeğini dahi yiyemez, kısacası televizyonsuz yaşayamaz hale geldik.

Televizyona bu derece bağımlılığın altında yatan sebeplerin başında tembellik var. 
Aslında tembellik televizyon seyretmenin hem sebebi, hem sonucu. Bir kere televizyonun başına geçince gerisi geliyor. Gönüllü olarak karşısına geçiyor, gözümüzü ona dikip, adetâ hipnotize oluyoruz.

Televizyonun boy hedeflerinden birisi kitap okumak. Televizyon seyretmekle kitap okumak arasında ters orantı bulunuyor. İbre televizyona kaydıkça, kitap hayatımızdan çıkıyor. Televizyon seyretmedikçe kitap okuma oranı hızla artıyor.

Televizyona karşı belki en savunmasız durumda olanlar, çocuklar. Hele bir de televizyonu bebeklik çağından itibaren bir tür çocuk bakıcısı olarak kullanan anne-babalar, en değerli varlıklarını kendi elleriyle canavara teslim ediyorlar. Çocukların hemen her türlü programı kontrolsüzce seyretmeleri, ruh dünyalarında tamir edilmez yaralar açıyor.

Televizyon seyretmeyen çocuklar, hayal güçlerini daha rahat geliştirebiliyorlar... Çünkü televizyon bağımlısı çocuklar izledikleri filmlerden, çizgi filmlerden her şeyi hazır olarak alıyorlar ve zihinleri gün geçtikçe tembelleşiyor.

Diğer yandan haberlerden filmlere, dizilerden çizgi filmlere kadar neredeyse bütün programlarda şiddet unsuru gözlemlenebiliyor. Uzmanlara göre bu kadar sıklıkla şiddet sahnesini takip eden çocuklar için, şiddet âdetâ sıradanlaşıyor. Böyle çocuklar hem yetişme dönemlerinde, hem de ileriki yaşlarda büyük çaplı psikolojik bunalımlar yaşıyorlar. Diğer insanlarla uyum sağlamada zorlanıyorlar. Daha da kötüsü, toplum için sürekli bir tehdit unsuru haline gelebiliyorlar.

Televizyondan kurtulan insan, tüketim hastalığından kurtulma yolunda da önemli bir adım atmış oluyor. Çünkü televizyon, kendisine bağımlı olan insanları birer tüketim canavarı haline getiriyor. Reklamlarla estirilen tüketim fırtınası, çeşitli filmler, diziler, eğlence ve magazin programlarıyla devam ediyor. Neticede ortaya televizyonda seyrettiklerini uygulamak için birbirleriyle yarışan insan tipleri çıkıyor.

Televizyon dilimizi de olumsuz yönde etkiliyor. Gerek yabancı ve gerekse yerli programlarda Türkçenin sıkça yanlış, kötü ve yabancı özentili kullanılması, argoya her fırsatta yer verilmesi, çocukları ileriki yaşlara kadar etkileyecek seviyede olumsuz yönde etkiliyor.

AMERİKAYI TEKRAR KEŞFETMEK


Televizyonun hayatımızda yaptığı tahripleri ortadan kaldırmak ve açtığı derin yaraları tedavi edebilmek için önümüzde iki yol var: Ya Amerikayı yeniden keşfedeceğiz, ya da dünyanın en fazla televizyon bağımlısının bulunduğu Amerikadaki, ardından Avrupa ülkelerindeki uygulanan bazı yöntemleri, bazı çözümleri dikkate alacağız.

Amedika’da ON yıldır kutlanan “TV Turnoff Week,” yani “TV Kapatma Haftası,” televizyon bağımlılığına emin adımlarla ilerleyen bizlere çok önemli mesajlar barındırıyor. Özet olarak aktaralım:
Bu haftanın düzenlenmesindeki temel amaç, insanların yılda bir hafta için de olsa televizyon karşısında harcadıkları zamanı azaltabilmek ve insanların zihnine daha faydalı şeyler yapabilecekleri anlayışını yerleştirebilmek. Bu haftayı düzenleyenler ve destek verenler, insanlara şu mesajı aktarıyorlar:

“Sadece bir haftalığına televizyonunu kapat; sonra gör bak neler olacak!”


TV Kapatma Haftası ilk olarak 1995 yılında kutlanmaya başlandı. Daha ilk yılında bu faaliyete 45.000 okul ve 8.000.000'dan fazla insan katıldı. Bu uygulamayı organizeli olarak ilk başlatan ise, sonradan TV-Turnoff Network (TV Kapatma Ağı) ismini alan TV-Free America (TV’den Bağımsız Amerika) isimli özel bir kuruluş oldu.
TV-Turnoff Network’ün çok çarpıcı bir sloganı var: “Turn off TV – Turn on Life!” Yani, “Televizyonun düğmesini kapat, hayatın düğmesini aç!”

Televizyona niçin bağlanıyoruz?

Hayatta kalma savaşındaki dikkate değer çelişkilerden biri, organizmaların, kendi arzuladıkları şeyler tarafından kolayca zarar görebilmeleri. Tıpkı balıkların oltanın ucundaki yemle, farelerinse peynirle avlanmaları gibi. Ancak bu yaratıkların, aldanışları için en azından uygun bir mazeretleri var: Yem ve peynir, hayatta kalmalarını sağlayan besin maddeleri. İnsanlarınsa, çoğu bağımlılıkları için bu türden tesellileri yok denecek kadar az.

İnsanların hayatı düşkünlüklerine bağlı olarak altüst olabiliyor. Yaşamını sürdürmek için kimse alkol içmek, kumar oynamak zorunda değil. Bu yüzden, eğlence ya da oyalanma amaçlı yapılan bir şeyin ne zaman kontrolden çıktığını anlamak, yaşamın önemli dönüm noktalarından olsa gerek. Düşkünlüklerin ille de fiziksel maddelerle ilgili olması gerekmiyor. Televizyon, ünü ve her yerde bulunabilirliğiyle, dünyanın en popüler boşa zaman geçirme makinesi olarak karşımıza çıkıyor. Çoğu insan, televizyonla arasında sevmekle nefret etmek arası bir bağ olduğunu itiraf ediyor. Ondan şikayet edenler, şikayetleri bittikten belki de hemen sonra koltuklarına kurulup, uzaktan kumandalarına sarılıveriyorlar.

Anne babalar, çocuklarının televizyon seyretmeleri konusunda endişelerini dile getiriyorlar. Ama aslında bu endişe, kendilerinin çok fazla televizyon seyretmesinden kaynaklanmıyor mu? Dost sohbetlerinde, aile toplantılarında, söyleyeceğimiz şeyler tükendiğinde...


Çoğumuz, onunla olabilmek için bir kitap okumadan, ailemizle, arkadaşlarımızla konuşmadan, bir yakınımızın sesini duymadan, çocuğumuzla bir oyun oynamadan, gönlümüzce bir gezintiye çıkmadan, çocuklarımız için kurabiye pişirmeden geçiriyoruz günlerimizi.

Endüstriyel dünyada bireyler günde ortalama üç saatlerini plansız olarak televizyon seyretmeye ayırıyorlar. Bu saatler, bir gün içinde çalışma ve uyuma dışında tek bir faaliyet için ayrılan en büyük zaman dilimini oluşturuyor. Düşünün, yetmiş beş yaşına geldiğinizde, her gün yalnızca üç saat televizyon seyrettiyseniz, yaklaşık dokuz yılınızı televizyon karşısında geçirmiş oluyorsunuz. Rakam gerçekten çok çarpıcı.

Bazı yorumculara göre bu bağlılık basitçe şu anlama geliyor: İnsanlar televizyon seyretmekten hoşlanıyor ve onu seyretmek için bilinçli bir karar alıyorlar. Eğer her şey bundan ibaretse, o halde neden bu kadar çok insan, fazla televizyon seyrettiği endişesine kapılıyor? Neden beş yetişkinden ikisi, on gençten yedisi televizyon karşısında çok fazla zaman geçirdiğini düşünüyor? Neden yetişkinlerin yaklaşık % 10'u kendini TV bağımlısı olarak tanımlıyor?.

Televizyon seyreden insanların davranışlarını ve duygularını günlük yaşam sırasında takip etmek için yapılan bir çalışmada, katılımcılara üzerlerinde taşımaları için birer cihaz verilmiş. Katılımcılara, günde altı-sekiz kez gelişigüzel olarak bu cihaz aracılığıyla sinyal gönderilmiş. Sinyali aldıkları anda katılımcılar ne yaptıklarını ve ne hissettiklerini not etmişler. O anda televizyon seyreden kişilerin kendilerini rahatlamış ve pasif hissettikleri belirlenmiş.

Benzer şekilde, EEG çalışmaları da televizyon seyrederken kitap okumaya oranla daha az zihinsel uyarılma olduğunu göstermiş. İlginç olan, televizyon kapatıldığında rahatlama duygusunun sona ermesi, ancak pasiflik ve düşük uyarılma durumunun devam etmesi. Araştırmaya katılanlar, televizyonun bir şekilde enerjilerini çekip aldığını ve kendilerini tükenmiş, bitkin hissettirdiğini yansıtmışlar.

Bu kişiler, televizyon seyrettikten sonra, öncesine oranla herhangi bir şeye daha zor yoğunlaştıklarını da söylemişler. Ancak bu durumun aksine, kitap okuduktan sonra, çok nadir olarak bu tür problemlerle karşılamışlar. Spor yaptıktan ya da hobilerle uğraştıktan sonra da ruh hallerinde düzelmeler, iyileşmeler kaydetmişler.

Ancak bu çalışmada ortaya çıkan bir başka sonuç, çok fazla televizyon seyredenlerin (günde dört saatten fazla) az televizyon seyredenlerden (günde iki saatten az) çok daha az zevk aldıkları. Bazıları fazla zevk almamanın yanı sıra, daha üretken, daha yararlı bir iş yapmadıkları için suçluluk ve rahatsızlık da duyuyorlar. Japonya, İngiltere ve ABD'de yapılan araştırmalar, bu suçluluk duygusunun, gelir düzeyi düşük gruplarda daha fazla oluştuğunu göstermiş.

Televizyon karşısında rahatlama duygusu çok çabuk geliştiğinden, insanlar televizyon izlemeyi rahatlamakla, dinlenmekle bir tutmaya şartlanmış durumdalar. Bu ilişki, izleme süresi boyunca kendini gösterdiğinden, zamanla kuvvetleniyor. Televizyon bozulduğunda ya da elektrik kesildiğinde oluşan stres de, bu ilişkiyi destekleyen başka bir etken.

TV Onların Bir Parçası.

Acaba çok fazla televizyon seyrederek vakit geçirenler, diğer insanlara göre hayatı daha farklı mı yaşıyorlar? İnsanlarla beraber olmaktan hoşlanmıyorlar mı? Bu tür sorulara cevap aramak için yapılan araştırmaların verdiği sonuç şu:

Aşırı derecede televizyon seyredenler, az televizyon seyredenlere göre kendilerini belirgin bir şekilde daha huzursuz, sinirli, sabırsız ve daha az hoşgörülü, yaratıcı, mutlu hissediyorlar. Özellikle de, hiçbir şey yapmadan durduklarında. İzleyici tek başına olduğunda fark daha da büyüyor. Kendilerini televizyon bağımlısı olarak tanımlayan kişilerle yapılan çalışmada, bu kişilerin çok daha kolay sıkıldıkları, kendilerini kontrol etme yeteneklerinin az olduğu ve dikkatlerinin çok kolay dağıldığı da gözlenmiş.

Yıllardır yapılan çalışmaların gösterdiği diğer sonuçlarsa, televizyonla çok fazla zaman geçirenlerin, hiç seyretmeyen ya da az seyredenlere oranla toplum içine daha az karıştıkları, sosyal etkinliklerinin daha az olduğu, fazla ya da hiç spor yapmadıkları, aşırı şişmanlığa daha yatkın oldukları.

Doğal olarak ortaya çıkan soru şu: Karşılıklı ilişki hangi yönde ilerliyor? İnsanlar sıkıntı ve yalnızlıktan mı TV'ye yöneliyor, yoksa TV seyretmek mi insanları sıkıntı ve yalnızlığa itiyor? Genelde ilk görüş benimsense de, ikincisini destekleyen araştırmacılar da var. Ya da her ikisinin de, bir kısır döngü şeklinde birbirini tetiklediğini...


Evlerde yalnızca bir televizyonun olduğu yıllarda yapılan bir araştırmada TV'nin bozulduğu zamanlar için aile bireyleri "Korkunçtu. Hiçbir şey yapmadık. Kocam ve ben konuşarak vakit geçirmeye çalıştık", "Çocuklarımı değişik oyunlarla oyalamaya çalıştım ama imkansızdı. TV onların da bir parçası olmuştu." gibi çarpıcı açıklamalar yapmışlar. Eğer bir aile boş zamanının aslan payını televizyon seyretmeye ayırıyorsa, bu ailenin boş zamanlarını yeni bir etkinliğe bağlı olacak şekilde yeniden düzenlemesi gerçekten kolay değil. Bu yüzden de, araştırmalar için bir hafta ya da bir aylığına televizyon seyretmeyi bırakmaya gönüllü olmuş ailelerin pek çoğu, bu yokluk dönemini tamamlamayı başaramamış. Çoğu kişi için ilk üç, dört gün en kötüsüymüş. Hatta çok az televizyon izlenen, başka etkinliklerin de sıklıkla yaşandığı evlerde bile. Bu ilk birkaç gün boyunca tüm ev işlerinin yarısından çoğunun düzeni bozulmuş, aksamış. Aile bireyleri televizyon izlemekten boşalan bu yeni zaman diliminde ne yapacaklarını şaşırmışlar ve ancak ikinci haftada bu duruma alışmaya başlamışlar.

Aslında araştırmacıların söylediği, televizyon seyretmeyi tümüyle bırakmak gerektiği değil.
Asıl sorunlar, çok fazla ve uzun süreli seyirle birlikte geliyor. 

Ancak, bir kişinin medya alışkanlıkları üzerinde kontrol sağlayabilmek bugün, daha önce olmadığı kadar cesaret gerektiriyor. TV setleri her yere yayılmış durumda ve bu küçük ekranlar -ki aslında artık dev boyutluları tercih ediliyor- kişilerin hayatının geri kalanının kalitesiyle, niteliğiyle pek ilgilenmiyorlar. Televizyon, kolay yoldan rahatlama ve kaçış için sınırlı dozlarda yararlı olabilir belki; ama bu alışkanlık yeni şeyler öğrenme, aktif yaşam sürme gibi isteklere karışmaya başladığında, bir çeşit bağımlılık oluşturmaya başlıyor ve ciddi bir şekilde ele alınması gerekiyor.
 Bu tabii ki televizyon seyretmenin ille de problem doğuracağı anlamına gelmiyor. Televizyon eğlendirici olduğu gibi öğretici de olabilir ve oyalanma, kaçış, dikkat dağıtma gibi gereksinimlerimizi karşılayabilir. Sorun, insanların bu kadar fazla TV seyretmemeleri gerektiğini düşünmeye başladıklarında ve ne yazık ki kendilerini bu durumu azaltmak için bir şeyler yapamadıklarını farkettiklerinde kendini gösteriyor.

Niçin Bağlanıyoruz?

Televizyonun cazibesi, kısmen bizim kendi biyolojik tepki mekanizmamızdan kaynaklanıyor. Ani ya da yeni uyarıcılara karşı içgüdüsel olarak verdiğimiz tepkiler olan yönelme tepkisi ya da refleksi, bu noktada özellikle etkili.

Özellikle reklamlarda ve müzik kliplerinde bu biçimsel özellikler dakikada bir gibi bir sıklıkla verilerek, yönelme refleksi sürekli olarak aktif tutuluyor. Birbiriyle bağlantısı olmayan sahnelerin hızla değiştirilmesiyle, bir bilgi taşıyıp iletmekten çok, dikkat çekmek amaçlanıyor. Reklamın ayrıntıları hafızada uçucu oluyor, ama insanlar ürünün ya da albümün ismini hatırlayabiliyor. Yönelme tepkisinin çok fazla çalıştığı bu gibi durumlarda izleyici ekrana bakmaya devam etse de, kendisini bitkin ve yorgun hissediyor. Özellikle hareketin çok fazla olduğu bilgisayar oyunlarında bu şikayetler artıyor ve baş dönmesi, mide bulantısı gibi ilaveler de oluyor.

Buna güzel bir örnek, 1997 yılında Japon televizyonunda yayınlanan bir Pokemon video oyunundaki parlak ışıkları seyretmekten kaynaklanan, ışığa duyarlı epilepsi şikayetiyle, 700 kadar çocuğun hastanelere kaldırılması.

Araştırmacılar, biçimsel özelliklerin insanların gördüklerine ilişkin belleklerini etkileyip etkilemediğini de araştırmışlar. Çalışmalardan birinde katılımcılara bir program seyrettirilmiş. Aynı sahnede, bir kamera açısından diğerine geçiş sıklığının artırılması, tanıma oranını artırmış. Çünkü bu geçişler, ilginin ekran üzerinde yoğunlaşmasını sağlamış. Yeni bir sahneye geçiş sıklığını artırmak da belli bir düzeye kadar benzer bir etki yaratmış. Ancak bu geçişlerin sıklığı iki dakika içinde 10'u geçerse tanıma oranı ani bir düşüş göstermiş.

Televizyon Bağımlılığından Kurtulmak

Eve gelir gelmez yaptığınız ilk iş televizyonu açmaksa, yemeklerinizi sürekli televizyon karşısında yiyorsanız, bir televizyon programını kaçırmamak için arkadaşlarınızla ya da ailenizle buluşmayı reddediyorsanız, TV rehberlerine bakmadan pek çok dizi ya da programın kanalını ve başlama saatini söyleyebiliyorsanız, televizyon seyrederken yüksek sesle konuşan ya da size bir şeyler anlatmaya çalışan insanlara sinir oluyorsanız, ya da bir yıl boyunca televizyonsuz kalmanız için birilerinin size milyarlar vermesi gerektiğini düşünüyorsanız, adına ister bağlılık deyin ister bağımlılık, bu parlayan kutucuk sizi ağına düşürmüş demektir. 

Uzmanların bu durumda olanları kurtarmak için bir dizi önerileri var elbette:

- Diğer alışkanlıklarda olduğu gibi, bu işle ne kadar zaman tükettiğinizi, size getirdiklerini ve götürdüklerini yazacağınız bir günlük tutmaya başlayın. Aynı zamanda seyrettiğiniz bütün programları da yazacağınız bir günlük olmalı bu.

- Ailece yapabileceğiniz alternatif etkinlikler listesi oluşturun ve bunu buzdolabı gibi herkesin görebileceği bir yere yapıştırın. Aile bireyleri o liste içerisinde kendine uygun bir şeyler bulacaktır mutlaka.
- Seyirciler genellikle bir programın, bir filmin iyi olup olmadığını bir iki dakikada anlar. Fakat televizyonu kapatmak yerine televizyonun karşısında otururlar. Elbette daha sonra neler olacağını merak ettiğiniz için seyretmeye devam etmeniz normaldir. Ama televizyon kapatıldığında ve bireyler dikkatlerini başka şeylere yönelttiklerinde artık programı umursamayabilirler. Bu yüzden beğenmediğiniz bir şeyi seyretmemek için iradenizi kullanmayı öğrenin.

- Haftada bir günü televizyonsuz gün ilan edin. Gün sayısını artırdıkça tüm ailenizin TV'ye ne kadar endekslenmiş bir yaşamı olduğunu anlayacaksınız.
- TV gürültüsünü arka planda çalan fon sesi olmaktan çıkarın. Eğer birtakım işler yaparken bir şeyler dinlemekten hoşlanıyorsanız radyo ya da cd çalar daha uygun olacaktır.

Ve çocuklarınız için:


- Ne kadar meşgul olursanız olun, televizyonu asla bebeğinizi oyalama amaçlı kullanmayın.

- Beyinleri gelişme devresinde olan çocuklarınızın saatlerce televizyon karşısına oturmalarını engelleyin.

- Çocuğunuzun ne seyredeceğine siz karar verin. Seçtiğiniz program biter bitmez çocuğunuzun ekran karşısına yapışıp kalmaması için televizyonu kapatın.

Çocukların beyinleri, beynin yaptığı alıştırmanın tipine göre, bölgelerin içinde ve arasında bağlar geliştirir. Beynin gelişimi üzerine araştırmalar yapan bilim adamlarına göre aşırı televizyon izlemek bu bağların gelişimini olumsuz yönde etkiliyor. Analitik düşünme, okuma ve dil gelişimi için önemli olan sol yarımküre sistemlerinin uyarılmasını azaltabiliyor. Aşırı derecede TV izlemenin, yüksek düzeyde kavrama becerisi için gerekli olan okuma becerisi üzerine, son derece kuvvetli olumsuz etkileri olduğu da kabul ediliyor. Çalışmalar, televizyon izleme zamanıyla dil gelişimi testlerindeki performans arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor. Ve ne yazık ki gelişmeden ya da az gelişmiş bir şekilde bırakılan dil becerisi, kişinin öğrenme yeteneğini tümüyle etkiliyor.

Amerikan Çocuk Sağlığı Uzmanları Derneği tüm bu nedenlerden ötürü, televizyon ve bilgisayarların, çocukların odasından alınmasını ve çocuklara iki yaşına kadar televizyon seyrettirilmemesini öneriyor.

Tüm bu yazılanları okuduktan sonra anlıyoruz ki; televizyon zenginliği televizyon kapalıyken, televizyon seyretmek yerine yaptığımız her şeydir...





Dr. Veli Sırım (Bu yazı Kişisel Gelişim Dergisinin Nisan-2005 sayısında yayınlanmıştır)